Esin

  Bu sabah saat 8 de kalktım 

  Kırım tatarlarını aratmayacak çekiklik ve yumukluktaki gözlerimin açılabilmesi için her sabah olduğu gibi iki avuç terkos suyunu yüzüme vurmam şarttı. 

  Banyodan çıkarken kapının üzerindeki oyuntuda birikmiş tozları fark ettim. Annem haklıymış kapılar silinmeli dedim içimden.

  Mutfağa gittim. Aromalarına göre ayrılmış kahvelerin arasından en dandiğini seçip demledim. Acı kahvenin kokusu burnumu yakıp ciğerlerime doldu. Tam o sırada ocağın üzerindeki salça lekesi çekti dikkatimi. Hemen ıslatılmalıydı. Kurursa ovala ovala çıkmazdı. Küçük esin bu sabah formundaydı. -İçimdeki küçük esin arada sırada hortlayıp aklımı almasıyla meşhur bir anne prototipidir. -

  Kahveyi içince enerjiye doyan beden ve gazı alan beyin sıkıntı içinde kendini banyoya attı. Temizlik malzemelerinin boy sırasına dizildiği kutudan yüzey temizleyici ve mikro-fiber bezi kaptığı gibi de kendini kapıları pırkalarken buldu. Beş kapılı minik ev. Nasıl bir mimarsa 50 metrekarelik evde holden koridora çıkmak için bile kapıya ihtiyaç olduğuna kanaat getirmişti. Kesinlikle kadın değilmiş dedi Esin. Kadın olsa silinmesi gerektiğini kapıdan önce düşünecekti. 

  Son silinen kapı, mutfak kapısı. Fırının üzerindeki salça lekesi yumuşamış olmalıydı. Bir peçeteyle fazla dağıtmadan almak isterken sürreal bir eser yarattım. "Elinin ayarı yok" dedi küçük Esin. "Hazır başladın siliver bütün ocağı, temiz temiz oturursun". Esine karşı gelmek olmazdı. Sildim. 

  İşi biten temizlik malzemelerini aldığım yere koyup kimyasaldan eciş bücüş olmuş, gerilmiş ellerimi yıkamaya başladım. Ayna yılın modası olan puantiye deseniyle yüzüme bakıyordu. O kim oluyordu da bana böyle benekli bakıyordu?! Esin hemen atılıp cifin gücünü aynama gösterdi. Aslan Esin. Seviyorum kız seni. 

  Salona geçtim. Kahvenin etkisi hala geçmemişti. Sokaktan geçen ve köşedeki yokuşu kestiremeyip arabayı kaydıran insanları izledim büyük bi keyif ve tembellikle. Ta ki saat 11 olup sadık güvercinim cama vurana kadar. 
Mutfağa gittim. Mutfak camına da benle geldi. Pervazın sol ucunda yüzünde bir memnuniyetsizlikle bekliyordu. Islattığım ekmekleri verirken halini hatırını sordum. Akşamdan kalmış yine. Yorgunmuş. Sonra konuşuruz der gibi dönüp gitti. 
  "Kuş doydu sen ne yiyceksin var mı yemeğin. Otur doğru düzgün bir şeyler ye. " dedi minik Esin. Dolapta benim için hazırladığı yarı pişmiş konserveler vardı. Pişirdim. "Kesme şeker at da bi şeye benzesin o fasulye. "dedi. Biat ettim. 

  Akşam oldu. Hala geleni gideni yoktu evin. Telefon çaldı sonra. Liseden en yakın arkadaşım. Özlemle açtım telefonu. "DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUAAAĞN" diye bağırdı o tanıdık ses. "Ayın kaçı ki bugün?" dedim. 26 sıymış. Doğum günümü bile unutmuşum tribini teğet geçtim o an. Çünkü benim doğum günüm 27 aralıktı. Gülüştük karşılıklı. Üç beş dedikodu sonunda aynı sessizlikle oturmaya başladım. 
  
  24 yaş kapıları silme, akşama içine kesme şekeri bile konmuş taze fasulye pişirme, ocağın üzerindeki salça lekerini dert edinme yaşı mıydı? 

  İşte buna içilirdi. Hep güvercin mi içecekti. Hemen galataya gidilip bi çeyrek midye bir de birayla geceye başlanmalıydı. Bir çeyrek midye. Bol soslu. Tıpkı yedi yaşındayken esinin öğrettiği gibi. 

  Canım Esin. Seviyorum kız seni. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kültür Sanat Kokan Twitter Hesapları

Prag'da 4 gece nasıl olmalı!