Nefes

Saat 00.17 Yatağın serbest kenarında dizlerine sarılmış oturuyordu. Koridorun sonundaki ardiyenin ışığını açık bırakmıştı, her huzursuz gecede yaptığı gibi. Babasının aldığı gece lambası belki huzursuzluğunu farkeder diye dokunmazdı ona böyle akşamlarda. Ne de olsa babasının kızıydı, eğer bir gün burnu düşerse, gerekirse herkesi burunsuz doğduğuna ikna eder, yine de olanları saklamaya çalışırdı. 

Günlerdir konuşmamışlardı. Bu nasıl bir uzaklaşmaktı? İşin kötüsü insanlar uzaklaşırken veda etme girişiminde de bulunmuyorlardı.  

Daha sıkı sarıldı. Ah şu dizlerde de bi çift kol olsaydı. Bi sarılsalardı. 
"Ne dizi be?!"dedi içindeki ses. "Dizin sarılsa bu sinirle onun kollarını kırardın  sen." Haklıydı. 

O sarılsındı. 

Bir şeyleri yeğlemek konusunda hırçındı. Hele ki onun yerini tutmaya kalkacak her şeye düşmandı. 

Zamanın muhasebesini yaparken gelmişti yine bu hale. Bir insan geçirdiği zamana hem bu kadar hayran kalıp hem de nasıl bu kadar takılabiliyordu? Bi şeyleri hatırladıkça sanki hayat daha fazla özlem kokuyordu. 

Derin bir nefes aldı. 

"Ne bu nefesler falan. Saat kaç olmuş hala derin derin nefes. Her şeye konuşuyosun cır cır. Buna da konuş" dedi iç ses. Bu iç ses ananesi falan mıydı?! Üslubu çok benziyordu zira. 

"Ya yok bi diyeceğim nefes egzersizi yapıyorum ben" dedi içine içine. Dedi tabi ya. Kendi içini bile kandırabilme çabası içindeydi. 

"Anlıyorum da. Hadi anlat, bana değilse de ona söyle. İçinde taşıdığını sonra kime bırakıcan?" Dedi ananesi. Pardon. İç sesi. 

Haklıydı belki. Bilsindi. Bilinmeliydi. 

Telefonu aldı eline. Saat 00.52

Hayatında hiç yazmadığı kadar yavaş yazdı:

"O uyuduğun benim uykum."


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kültür Sanat Kokan Twitter Hesapları

Prag'da 4 gece nasıl olmalı!