-Hadi kalk. Annen gelmeden pazara gidelim. Kadın işten gelecek
sevinir biraz.
Sevinirdi de. Annesi küçük şeylerle mutlu olabilen bir kadındı.
Kendisi ise en küçük şeyleri büyütebilecek bir ruh hali içinde en güzel
miskinliğini giymiş, üşengeçliği ile birlikte on yıl öncesinin dizilerinden
birini izliyordu. Neden daha önce izlediği şeyleri tekrar tekrar izlediğini
soran komşulara babası; “Yeni senaryolara şaşırmaya bile üşenir çünkü benim
kızım” diyordu.
Haksız sayılmazdı. Hatta tamamen haklıydı. Başkası tarafından
yazılmış ve daha sonrasında kendisi tarafından öğrenilmiş sonlar ona kendini
huzurlu hissettiriyordu.
27 yaşındaydı babasının evinde çocukken tepesine çıktığı koltuğun
çiçekli minderinde sanki zaman hiç geçmemiş, yaşadığı hiç bir hikaye bitmemiş
gibi oturmak istiyordu. Yaşadığı şeyleri hissettiklerini kimseyle paylaşmayan,
mutsuzluğu paylaşmak konusunda da tıpkı mutluluğunu reklam etmek kadar bencil
davranan biri olmuştu her zaman.
-Hadi hazır mısın çıkalım artık.
Burası insanın hazırlanmasını gerektirecek bir yer değil ki
diyordu içinden. Miskinliğinin üzerine eline ilk gecen paltoyu giyip çıktı
kapıdan. Kapıyı kilitledi. Terkeden her insan geride bıraktığını kilitliyordu.
Döndüğünde aynı bulma arzusunun sigortasıydı kilitler. Sonra gelenler de
çilingir. Kilidi kırmadan açabilirse ne ala.
Pazar yerine geldiler. Çocukken nefret ederdi burdan,üzerine
yürüyen insanlardan. Şimdiyse sever olmuştu pazarı. Ona eskileri getiriyordu
çünkü. Burada kaldıkları süre boyunca uzaktan izlediği tanımadığı ama her
birine aşina olduğu insanlar vardı burada. Patates seçmeye başladılar. Tanıdık
bir ses duydu. Ses hemen yanındaki hamile bir kadından geliyordu.
-Kaça kilosu?!
-2 lira abla
Adam haklı diye düşündü. O artık abla olmuş. Aynı lisede
okumuşlardı Ayşegülle. Cuma akşamları bayrak çekerdi hep ayşegül. Bir de
O'nunla aynı sınıftaydı tabi.
Bu ilaçların bir işe yaradığı yok dedi içinden.
3 kilo patates 2 kilo soğan yarım kilo bakla boyunca O'nu düşündü.
Hala beraber olsalar ne olurduyu kurdu kafasında. Muhtemelen aynı pazar
yerinde, belki karnı burnunda, cüzdanı koltuğunun altında akşama gelecek
kocasına pişirmek üzere patates soğan alıyor olacaktı. Soğanın acısını
gözlerine, tehgahı ağartmak için kullandığı çamaşır suyunun kokusunu ellerine
sindirmiş; küçük bir kızken barbieleri için yazdığı senaryoları aynı bebeklerle
annesinin çatı katına kilitlemiş, hayatına “bırakıldığı” yerden devam ediyor
olacaktı.
Telefon çaldı. Derin bir nefes alıp isteksizce nefes verdi. Bu
ismi telefonda görmek bile zamanın durmasını istemesine yeterdi.
- Cevap veriyorum; Kimseyi bu kadar sevemezdim.
Yorumlar
Yorum Gönder